Prof. Dr. Calvin S. Hall - Freudyen Psikolojiye Giriş
Çeviri: Ersan Devrim
Yayıncı: Kaknüs
3. Basım - İstanbul 2016
127 sayfa
s.19
Freud için psikanalizin tedaviye yönelik tarafı, bilimsel ve teorik tarafına göre ikincil düzeyde idi. Tedavinin, bilimi yutmasını istemiyordu. Bu sebeple bizim de bu kitapta psikolojinin teorik sistemi olan Freudyen psikoloji ile bir psikoterapi metodu olan psikanalizi ayrı tutmamız daha akıllıca olacaktır.
Doktor, psikiyatrist, bilim adamı, psikolog; Freud bunların tümüydü. Fakat o aynı zamanda bir filozoftu da. Bununla ilgili bir ipucunu, onun 1896'da bir arkadaşına yazdığı mektupta görebiliriz: "Gençken en çok arzuladığım şey felsefe bilgisine sahip olmaktı; hiçbir şeyi bu kadar çok istememiştim ve şimdi bu hasretimi tıptan psikolojiye geçerek giderme yolundayım."
s.20
Freud'un felsefi merakları, profesyonel veya akademik filozoflarınki gibi değildi. Onun felsefesi sosyal ve insaniydi: Bir hayat felsefesinin kurulmasına yönelmişti. Almanların, bununla ilgili özel bir kelimesi vardı. Buna, "dünya görüşü" anlamına gelen "weltanschauung" diyorlardı. Freud, metafizik veya din üstüne kurulu bir felsefe yerine hayatın felsefesine inanıyordu. Edinilmeye değer bir hayat felsefesinin insanın doğasının gerçeği üstüne, yani bilim ve araştırma yoluyla edinilebilecek bir bilgi üstüne kurulmuş olmasının gerektiğine inanıyordu.
Freud, psikanalizin yeni bir weltanschauung'un geliştirilmesi için gerektiğine inanmıyordu. Ona göre bu sadece, bilimsel dünya görüşünün topyekun insan çalışmaları haline gelecek şekilde dönüştürülmesi için gerekliydi. Freud'un hayatla ilgili kendi felsefesi bir cümleyle ifade edilebilir: "Bilim yoluyla bilgi."
Freud'un insan doğasıyla ilgili olarak bizzat edindiği bilgiler onu hem bir pesimist hem de bir eleştirici yapmıştı. İnsanlığın geneli hakkında fazla bir umudu yoktu. İnsanın doğasındaki irrasyonel güçlerin çok kuvvetli olduğunu, bu sebeple de rasyonel güçlerin onlarla baş etmesinin çok zor olduğunu düşünüyordu. Küçük bir azınlığın mantık doğrultusunda yaşayabileceğini ancak pek çoğunun ise gerçekler yerine kendi hayalleri ve batıl inançları ile yaşamaktan mutlu olduğunu düşünüyordu. Freud pek çok hastasının, mantığın çekici gücünü ve sebebleri anlamak yerine, hayallerini korumak için amansız bir savaşın içinde olduğunu görüyordu. İnsanlar, kendi haklarındaki gerçeği öğrenmemek için direniyorlardı. Bu pesimistik bakış açısı, Freud'un pek çok eserine temel oluşturmuş bir ruh halidir. Bu durum, pek çok eserinin arka planında sezilse de Bir Yanılsamanın Geleceği (The Future of Illusion) isimli kitabında son halini almış ve belirgin bir şekilde anlaşılırdır.
s.28
İd sadece ırkların tarihi açısından kadim değil, bireyin hayatında da kadimdir. Kişiliğin üzerine kurulu olduğu bir temeldir. İd çocuksu karakterini tüm yaşam süresince aynen muhafaza eder. Gerilime toleransı yoktur, hemen giderilmesini ister. Israrcı, uyarıcı, irrasyonel, asosyal, bencil ve haz düşkünüdür. Kişiliğin şımarık çocuğudur. O, her şeye güç yetirir çünkü arzularını hayal, fantezi, halüsinasyon ve rüyalarla giderebilen sihirli bir kudrete sahiptir. Uçsuz bucaksız olduğu söylenir çünkü bir okyanus gibi içinde her şeyi barındırır. Kendisi hariç, hiçbir dış olguyu tanımaz. İd, geçerli tek şeyin haz peşinde koşma ve acıdan sakınma olduğu subjektif bir gerçeklik dünyasıdır.
Freud, idin, kişiliğin karanlıkta kalan ve ulaşılması mümkün olmayan bir parçası olduğunu ve hakkında bilinen çok az şeyin, rüyalardan ve nörotik semptomlardan öğrenilebileceğini idrak etmiştir. Ancak idi bireyin içgüdüsel olarak yaptığı her eylemde görebiliriz. Örneğin bir insan, içgüdüsel eylemi sonucu cama taş atarsa, birine yolda çarparsa veya tecavüzde bulunursa, o insan idin hakimiyeti altındadır. Buna benzer olarak zamanının çoğunu hayal dünyasında geçiren ve gökyüzünde şatolar kuran bir insan da yine idin kontrolü altındadır.
s.29
Uyumlu bir insanda ego kişiliğin başkanıdır, idi ve süperegoyu yönetir ve kontrol eder, dış dünya ile olan pazarlığı kişiliğin tüm çıkarları ve fazla abartılmış ihtiyaçları doğrultusunda sürdürür.
s.31
Kişiliğin üçüncü ana öğesi süperego, kişiliğin ahlaki veya yargılayıcı bölümüdür. Gerçek olandan çok ideal olanı temsil eder ve gerçeklik veya hazdan çok mükemmeliyet için uğraşır.
s.35
Eğer idin, bir evrim vergisi ve bireyin biyolojik gelişiminin psikolojik temsilcisi olduğu ve egonun da bireyin kendisinin objektif gerçeklik ile girdiği ilişkinin bir sonucu ve daha yüksek bir zihinsel süreç düzeyi olduğu düşünülürse süperegonun da toplumsallaşmanın bir ürünü ve kültürel değerlerin bir aracı olduğu düşünülebilir.
Okuyucu, burada açıklanan bu üç sistem arasında kesinkes bir sınır çizgisinin olmadığım aklında tutmalıdır. İsimlerinin farklı olması, bunların ayrı ayrı birimler olduğu anlamına gelmez. İd, ego ve süperego kavramları, kendi başlarına hiçbir şeyi belirlemezler. Bunlar sadece, kişiliğin bütünü içindeki farklı süreçlerin, işlevlerin, mekanizmaların ve dinamizmin, kısa ve öz bir şekilde adlandırılmış halleridir.
s.49
Önceliği ahlaki değerleri olan bir kişinin süperegosu ahlaki değerlerden yoksun olduğu düşünülen kişilere saldırarak idi için de bir tatmin sağlayabilir. Ahlaki değerler yüzünden katliamların yapıldığı, hatta bunların çok büyük boyutlara ulaşabildiği bilinmektedir. Buna örnek olarak engizisyonların insanlık dışı uygulamalarını, insanların cadı olduğuna inanılarak yakılmasını ve Naziler tarafından yapılan toplu katliamları gösterebiliriz. Bu sadist saldırıların hepsi, sözde, en yüksek ahlaki değerler için yapılmıştır. Ancak aslında, ilkel id güçlerinin ifadesini temsil eder. Bu tür durumlarda süperegonun id tarafından bozulduğu, bir çeşit rüşvetle kandırıldığı söylenebilir.
s.50
Yazılarından birinde Freud, psikanalizi, "zihinsel hayatı isteklerle onların kontrol edilmesi arasındaki etkileşime indirgeyen dinamik bir kavrayış" olarak tanımlamıştır. İstek güçlerine kateksis, kontrol eden güçlere de anti kateksis denir.
Gördüğümüz gibi idde sadece kateksis varken egoda ve süperegoda ayrıca anti kateksisler de vardır. Aslında ego ve süperego, idin tedbirsiz ve düşüncesiz eylemlerini kontrol etme gereksiniminden dolayı mevcuttur.
s.59
Ölüm içgüdüsünün en yüksek amacı, inorganik maddenin durağanlığına gerilemektir. Freud, dünyanın evriminin inorganik formdaki maddeler üzerinde etkili olan kozmik güçlerin canlı yaşam formlarına dönüştüğü evresinde tüm canlı maddelere ölüm içgüdüsünün yerleştirildiğini öne sürer. Muhtemelen bu ilk canlılar çok kısa bir süre için yaşamış ve sonrasında, daha önceki inorganik durumlarına dönmüştür. Bu aşamada yaşam, dışsal uyarılma ile olağan seyri sekteye uğratılmış, huzursuz edilmiş bir durumdadır. Bu huzursuzluk sona erip de olağanlığa dönüldüğünde yaşam kıvılcımı sönüp gitmiştir. Hayatın yaradılışını çevreleyen bu şartların sonucunda, inorganiğe dönüş organiğin bir amacı haline gelmiştir.
s.60
Dünyanın evriminin devam etmesiyle yeni enerji şekilleri, yaşam döngüsünün uzamasını sağlayan daha uzun süren huzursuzluklar yaratmıştır. En sonunda da canlılar kendilerini yeniden üretecek gücü kazanmıştır. Evrimin bu noktasında yaşamın yaratılması, dışsal uyarılmalardan bağımsız bir hale gelmiştir. Her ne kadar üreme içgüdüsü yaşamın devamını garanti etmişse de ölüm içgüdüsünün varlığı, hiçbir canlının sonsuza kadar yaşayamayacağı anlamına gelmektedir. Yaşamın en nihai kaderi daima inorganiğe dönmektir. Freud yaşam sürecinin ölüme doğru giden dolambaçlı bir yol olduğuna inanmıştır.
s.61
Enerjinin yaşam içgüdüleri tarafından kullanılan şekline libido denir; ancak Freud ölüm içgüdülerine herhangi bir tanımlayıcı isim vermemiştir. Önceki yazılarında Freud, "libido" terimini cinsel enerjinin karşılığı olarak kullanmış ancak daha sonra, kendi ürettiği motivasyon teorisi üzerinde yaptığı değişiklerden sonra libidoyu, tüm yaşam içgüdülerinin enerjisi olarak tanımlamıştır.
s.63 - 64
Anksiyete, kokma hissiyle aynı anlama gelir. Freud anksiyete kelimesini korkuya tercih etmiştir; çünkü korku genelde dış dünyada var olan bir şeye karşı duyulan bir hissi ifade eder. Freud, kişinin dış tehlikelerden olacağı kadar iç tehlikelerden de korkabileceğini fark etmiştir. Freud, gerçekliğe ilişkin veya objektif anksiyete, nörotik anksiyete ve ahlaki anksiyete olmak üzere üç çeşit anksiyeteden söz etmiştir. Bu üç tip anksiyete arasında nitelik açısından hiçbir farklılık görülmez. Zaten sahip oldukları tek özellik, rahatsız ediciliktir. Tek fark geldikleri kaynaklardır. Gerçeklik anksiyetesinde tehlikenin kaynağı dış dünyadadır. Kişi zehirli bir yılandan, silahlı bir insandan veya kontrolden çıkan bir arabadan korkabilir. Nörotik anksiyetede tehdit idin içgüdüsel nesne seçimindedir. Burada kişi, kendisine zararlı olabilecek bir eylemde bulunmasına veya bir şeyi düşünmesine sebep olabilecek kontrol edilemez bir isteğe yenilmekten korkmaktadır. Ahlaki anksiyetede ise tehlikenin kaynağı süperego sisteminin vicdanıdır. Kişi, benlik ülküsünün standartlarına aykırı bir şey yapmaktan veya düşünmekten dolayı vicdanı tarafından cezalandırılmaktan korkmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse egonun deneyimlendiği üç tip anksiyete; dış dünyadan korkma, idden korkma ve süperegodan korkmadır.
Bu üç tip anksiyete arasındaki ayrım, anksiyete durumunda olan kişinin bunun, yani anksiyete yaratan durumun, gerçek kaynağının farkında olduğu anlamına gelmez. Kişi dış dünyadaki bir şeyden korktuğunu düşünürken aslında korkusu içgüdüsel tehlikeden veya süperego tehdidinden kaynaklanıyor olabilir. Örneğin, keskin bıçakları tutmaktan korkan bir insan, bu korkusunun keskin bıçakların doğası gereği tehlikeli olmasından kaynaklandığını düşünebilir. Ama aslında onu korkutan, bıçak elindeyken saldırgan bir hale gelerek birisine zarar verebileceği tehlikesidir. Bunun gibi, yüksek yerlerin objektif olarak tehlikeli olmasından dolayı yüksek yerlerden korktuğunu düşünen kişi, aslında, vicdanının bu ortamı fırsat bilerek onu günahlarından dolayı cezalandırmak üzere aşağıya atacağından korkmaktadır. Bir anksiyete durumunun kaynağı birden fazla olabilir. Nörotik ve objektif anksiyetenin bir karışımı veya ahlaki ve objektif anksiyetenin bir karışımı yahut nörotik ve ahlaki anksiyetenin bir karışımı olabilir. Bu üçünün karışımı da olabilir.
s.66 - 67
Nörotik anksiyete üç şekilde sergilenir. İlk olarak kendini hemen hemen her uygun çevresel oluşuma iliştiren, serbest dolaşan tipte bir tedirginlik vardır. Bu tip anksiyete, her zaman kötü bir şeyin olmasını bekleyen gergin bir insanın en temel özelliğidir. Böyle bir kimsenin kendi gölgesinden bile korktuğunu söyleyebiliriz. Yani, daha doğru bir tabirle, kendi idinden korktuğunu söyleyebiliriz. Gerçekte korktuğu şey, daimi olarak ego üzerine bir baskı uygulayan idin egonun kontrolünü ele geçireceği ve onu bir acizlik durumuna indirgeyeceğidir.
Nörotik anksiyetenin gözlemlenebilir bir diğer şekli de yoğun bir irrasyonel korkudur. Bunun adı fobidir. Fobinin ayırt edici özelliği, korkunun yoğunluğunun, kişinin korktuğu gerçek nesneye oranla ölçüsüz olmasıdır. Fare, yüksek yerler, kalabalık, düğmeler, lastik, karşıdan karşıya geçmek, bir grup insanın önünde konuşmak, su veya ampüller -ve daha niceleri- bilinen fobilerden sadece bir kısmıdır. Bu saydıklarımızın her birinde, anksiyetenin başlıca etkeninin dış dünya yerine id içinde bulunmasından dolayı korku irrasyonel bir haldedir. Fobinin nesnesi, içgüdüsel bir memnuniyete doğru yapılan bir kışkırtmayı temsil eder veya herhangi bir şekilde içgüdüsel nesne seçimi ile ilişkilidir. Her nörotik korkunun arkasında, kişinin korktuğu nesneye karşı idin ilkel bir arzusu vardır. Kişi korktuğu şeyi veya bununla ilişkili olan veya korkulan nesne tarafından sembolize edilen bir şeyi ister.
s.68
...kişiliğinin bir bölümü, bir diğer bölümüyle savaş halindedir. İd "Ben istiyorum" derken, süperego "Ne kadar iğrenç" ve ego da "Korkuyorum" demektedir. Bu şema, pek çok güçlü korku için genel bir açıklama teşkil edebilir.
s.70 -71
... nörotik anksiyetenin sadece nörotik insanlara özgü bir şey olmadığıdır. Normal diye adlandıracağımız kişiler bile bir nörotik anksiyete deneyimi yaşayabilirler; ancak nörotik anksiyete bu insanların hayatlarını, nörotik insanlarda olduğu kadar kontrol etmez. Zaten, bir nörotik insanla normal insan arasındaki fark bu kontrolün ne derece etkili olduğuyla alakalıdır ve aradaki sınır çizgisi de oldukça belirsizdir.
...
Hayatın büyük tezatlarından biri de erdemli bir kişinin erdemsiz kişiye göre daha kolaylıkla kendinden utanabilmesidir. Bunun aslında çok basit olan sebebi, kötü bir şey yapmayı düşünmenin bile erdemli bir kimsenin utanç duyması için yeterli olmasıdır. Kendisi üzerinde otokontrol uygulayan kişi, içgüdüsel gerilimlerini deşarj edebileceği başka yolları olmayacağı için içgüdüsel kışkırtmalarını inceden inceye düşünmek durumundadır. Daha az erdemli bir kişinin süperegosu güçlü değildir, bu sebeple de ahlaki değerlere aykırı bir şey düşündüğünde veya yaptığında, vicdanının sızlaması olasılığı da azdır. Suçluluk duyguları, idealist bir kişinin, içgüdüsel fedakarlıkları için ödediği bedeldir.
s.78
Bizler daima, bizim gibi özellikleri olan insanlarla özdeşleşmek isteriz. Bu tür bir özdeşleşmeye narsistik özdeşleşme adı verilir.
...
Narsistik özdeşleşme, nesne seçimi ile karıştırılmamalıdır. Nesne seçimi yapan kişi bunu, o nesneyi istediği için yapar. Narsistik özdeşleşmede ise kişi istediği nesneye zaten sahiptir; onun kateksisi, sadece, aynı şeylere sahip olan kişileri bir yerde toplamaktadır. Erkeklerin diğer erkeklerle özdeşleşmeleri, bazı ortak nitelikleri paylaşmalarından dolayıdır. Ancak erkeklerin kadınlarla ilişkisinde kateksis devreye girer çünkü kadınlar erkekler için çeşitli gerilimlerin azaltılması işlevini görür.
Eğer narsisizm faktörü çok güçlüyse kişi, kendini andıran bir aşk nesnesi seçerek tatmin bulur. Bir kişinin heteroseksüellik yerine homoseksüelliği seçmesinin veya bir erkeğin maskulen bir kadınla veya bir kadının feminen bir erkekle evlenmesinin sebebi budur. Narcissus'un da yaptığı gibi böyle bir kişi, kendisinin yansıyan imgesine aşıktır.
Tüm nesne seçimlerinin, bir noktaya kadar narsisizmden etkilendiğini düşünmek mümkündür. Örneğin, iki insan herhangi bir açıdan birbirine benzemedikçe birbirlerine aşık olmayacaklardır. Genelde, aynı sosyal sınıftan olanlar ve zevkleri ve ilgi alanları benzer olanlar birbirlerine aşık olacak ve evleneceklerdir.
s.79 - 80
Narsistik özdeşleşme, aynı gruptan olan üyeler arasında oluşan bağlardan da sorumludur. Bir grubun üyeleri, aynı gruba üye olmak gibi en azından tek bir ortak yanlarının olmasından dolayı birbirleriyle özdeşleşirler. İki veya daha fazla kişinin ortak olduğu noktalar olduğunda -ki bu fiziksel veya zihinsel bir ilgi alanı, bir değer yargısı, sahip olunan bir şey, aynı kulübe üyelik, vatandaşlık gibi bir özellik olabilir- bu kişiler birbirleriyle özdeşleşme meyili gösterir. İki insan, aynı şeyleri istediklerinden dolayı birbirleriyle özdeşleşebilirlerse de arzulanan nesneyi sahiplenme konusunda kavga edebilirler. Düşmanlar veya karşıtlar arasında böyle bir çekimin olmasından söz etmek biraz çelişkili olabilir ancak böyle çekimler de mevcuttur. Düşmanlar bazen arkadaş olabilir ve bazen de rekabet, iş birliğine dönüşebilir. Polis hırsız ile, hırsız da polis ile özdeşleşebilir.
İkinci tip özdeşleşme, anksiyete ve engellenmeden kaynaklanır. Örneğin, sevilmek isteyen bir genç kızın düştüğü durumu düşünelim. Aşık olan arkadaşlarını görür ve onlarda olup da kendinde olmayan şeyin ne olduğunu merak etmeye başlar. Arkadaşlarını taklit etmeye, böylece de onların eriştiği hedeflere erişmeye karar verir. Bu tür bir özdeşleşme, yani engellenmiş bir kişinin başarılı olan bir kişiyle başarılı olabilmek amacıyla özdeşleşmesine, hedef güdümlü özdeşleşme denir.
Hedef güdümlü özdeşleşmeler çok yaygın olup kişilik gelişiminde çok büyük bir yer tutar. Bir erkek çocuğu, babası kendisinin başarmayı istediği amaçlara ulaşabiliyorsa her geçen gün babasına biraz daha benzeyecektir. Bir kız çocuğu da, yine, aynı amaç ve istekler doğrultusunda annesine benzeyecektir. Öte yandan eğer anne ya da baba çocuğun istediği amaçları gütmüyorlarsa çocuk, kendine yakıştıracağı modelleri başka yerlerde aramaya başlayacaktır. Filmlerin bu kadar popüler olmasının sebeplerinden biri, seyircilerin kendilerini filmin başarılı kahramanları veya -eğer öyle seçerlerse- kötüleri veya başarısızları ile özdeşleştirerek kendi engellenmiş isteklerini tatmin edebilmeleridir. Kendisini başkasının yerine koyarak tatmin olmakla anlatılmak istenen, kişinin aslında o amaca ulaşmadığı ancak kendisini bu amaca ulaşan biriyle özdeşleştirdiğidir. Eğer kişi kendisi ünlü olamıyorsa kendini ünlü olan bir kişiyle özdeşleştirmekle de tatmin bulabilecektir.
s.80 - 81
Kişi, kateksis yaptığı nesneyi kaybettiği veya ona sahip olamadığı zamanlarda, bunu, kendisini bu nesneye benzeterek geri almaya veya güvence altında tutmaya çabalar. Bu tip özdeşleşme nesne kaybı özdeşleşmesi olarak adlandırılır.
Nesne kaybı özdeşleşmesi, ebeveynleri tarafından örselenmiş çocuklarda sıkça rastlanan bir durumdur. Bu çocuklar ebeveyn sevgisini, ebeveynlerinin kendilerinden beklediği bir şekilde hareket ederek kazanmaya çalışırlar. Çocuk, ebeveynlerinin onun nasıl olmasını istediğini düşünüyorsa onunla özdeşleşir. Bunun gibi ebeveynlerinden birini ölüm veya ayrılıktan dolayı kaybeden bir kişi, kaybettiği ebeveyni model alma yoluna gidecektir. Bu örneklerde, çocuğun yaptığı özdeşleşmenin, ebeveynlerinin gerçek karakterleri üzerine inşa edilmesi yerine ebeveynlerinin standartları ve değer yargıları hakkındaki fikirlerinden kaynaklandığı görülür. Benlik ideali bu şekilde oluşturulur.
Nesne kaybı özdeşleşmesi, gerçek nesnenin geri getirilmesine de yardımcı olabilir. İyi bir çocuk olarak ebeveynlerin ilgisi ve sevgisi kazanılabilir veya bunun, kaybedilen nesnenin yerini tutması sağlanır. Eğer kişi, yitirilen kişinin kişisel niteliklerine adapte olursa nitelikleri adapte edilen kişi, adapte eden bireyin kişiliğinin bir parçası haline gelir. Gelişme yolunda olan kişilik, yitirilmiş olan pek çok nesne kateksislerinin izlerini taşır hale gelir.
Dördüncü tip özdeşleşme, kişinin kendini, belli otoriteler tarafından konulmuş yasaklarla özdeşleştirmesidir. Böyle bir özdeşleşmenin amacı, potansiyel düşmanların koydukları yasaklara uyarak bunların vereceği cezalardan kaçınmaktır. Burada kişi, sevgiden dolayı değil korkudan dolayı özdeşleşir. Bu tür özdeşleşmeler, vicdanın temelini oluşturur. Vicdanı temsil eden baskılayıcı mekanizmalar ağı, ebeveyn kaynaklı baskılayıcı mekanizmaların birlikteliğini temsil eder. Davranışlarını, kendi inşa ettiği baskılayıcı mekanizmalar (anti kateksisler) vasıtasıyla düzenlemekle çocuk, cezalandırılacağı şeyleri yapmaktan sakınır. Çocuk büyüdükçe başka baskın karakterlerle benzer özdeşleşmeler söz konusu olur.
Otoritelerle özdeşleşme çocuğun sosyal olmasını sağlar. Bu, çocuğun içinde yaşadığı toplumun kural ve şartlarına uyduğu anlamına gelir. Bu kuralları kabul ederek çocuk acıdan sakınır ve hazlar edinir. Toplumun huzuru büyük bir oranda genç kuşakların eski ve baskın kuşakların idealleri ve yasaklarıyla özdeşleşmesine bağlıdır. Genç kuşaklar eski adetlere baş kaldırabilir ancak genelde toplumun kurallarına uyarlar.
Bu konuyu bitirmeden önce, çok ilkel bir özdeşleşme şeklinden bahsetmeliyiz. Bu, yenilen şey gibi olmak amacıyla o şeyin yenmesidir. Örneğin, ilkel bir avcı avladığı bir aslanın kalbini, onun gibi cesur olabilmek için yer. Bu ilkel özdeşleşme, Hristiyanlık adetlerinde sembolik anlamda mevcuttur. Kutsal ekmek ve şarap İsa'nın bedenini ve kanını sembolize eder. Kişinin bunları yiyip içmesi İsa'ya benzemek amacını güder.
s.82
Eğer bir nesne uygun bir araç değilse kateksis derhal uygun olan bir başka araca yönelir. Bu, psişik enerjinin yerinin değiştirilebildiğine işaret eder. Kişilik gelişimi büyük ölçüde, bir dizi enerji yön değiştirmesi veya nesne yüceltme sürecidir. İçgüdünün kaynağı ve hedefi, enerjinin yönü değiştirildiğinde de aynı kalır; değişen sadece amaç nesnesidir. Enerjinin yön değiştirmesinin sebepleri, kişilik gelişimini sağlayan sebeplerle aynıdır; yani büyüme, engellenme, çatışma, yetersizlik ve anksiyete.
s.86
Yedek nesnenin daha yüksek bir kültürel amacı temsil ettiği durumlarda, bu tip bir yön değiştirmeye yüceltme denir. Yüceltmeye örnek olarak enerjinin entelektüel, insancıl, kültürel ve sanatsal uğraşılara kaydırılmasını verebiliriz. Cinsel ve saldırgan içgüdülerin direkt olarak ifade edilmeleri, görünürde cinsel ve saldırgan olmayan davranış tarzlarına dönüştürülür. İçgüdüsel enerjinin kaynağı ve amacı, tüm yön değiştirmelerde olduğu gibi yüceltilmiş faaliyetler içinde de aynı kalır fakat gerilimin giderildiği nesneler veya yollar değişir. Freud, da Vinci'nin Madonna'yı resmetmesinin çok erken bir yaşta ayrıldığı annesine duyduğu hasretin yüceltilmiş bir ifadesi olduğunu gözlemlemiştir. Shakespeare'nin soneleri, Çaykovski'nin müziği ve Proust'un romanı bazı çevrelerce, bu kişilerin homoseksüel ukdelerinin yüceltilmiş ifadeleri olarak değerlendirilir. Cinsel arzularını gerçek hayat içinde tatmin edemediklerinden dolayı hayal ürünü yaratımlara yönelmişlerdir. Büyük yazarlar ve sanatçılar kadar yüceltmeye ihtiyaç duyan daha az yetenekli insanlar ise içgüdüsel enerjilerini yansıtabilecekleri daha sıradan şeylerle yetinecektir. Freud'a göre insanlık, ilkel nesne kateksislerine ket vurulması sayesinde gelişme imkanı bulmuştur. Doğrudan deşarj olması engellenen enerji, toplumsal açıdan faydalı ve kültürel açıdan yaratıcı kanallara kaydırılmıştır. Ancak yüceltme, tam anlamıyla bir tatminle sonuçlanmaz; ayıklanarak yüceltilmiş nesne seçimleri ile deşarj edilemeyen ve artakalan gerilimler mutlaka mevcuttur. İşte bu, kısmen de olsa, uygar insanın gergin tabiatından sorumlu olduğu gibi bir yandan insanoğlunun en büyük başarılarının da itici kuvveti olmuştur.
Freud, kişinin, orijinal nesne kateksislerini asla istediği bir şekilde gerçekleştiremeyeceğine dikkat çekmiştir. Bununla kişinin ilk aşkını daima yedek bir nesnede arayacağını söylemek istemiştir. Tamamen tatmin edici bir yedeğin bulunamaması nedeniyle ya aramaya devam edecek ya da sahip olabileceği en iyisiyle avunacaktır. Kişi bir yedeği kabullendiği zaman, orijinal amaç nesnesini telafi etmeye çalışıyor demektir.
s.87
Enerjiyi bir nesneden bir diğerine yöneltebilme yeteneği, kişilik gelişimindeki en güçlü ögedir. Bir önceki bölümde de gördüğümüz gibi ego ve süperegonun gelişmesi, iddeki enerjinin ego ve süperegoyu oluşturan süreçler içinde kapsamlı bir şekilde yön değiştirmeye uğramasıdır. Ego ve süperegonun daha fazla gelişmesi büyük ölçüde her bir sistem içindeki enerjinin yön değiştirmeleri sayesindedir. Yaşam boyunca sayısız ve karmaşık bir yığın ilgi alanının, tercihin, değerin, huyların ve bağlılıkların kazanımı veya geride bırakılması, yön değiştirme ile mümkündür. Eğer psişik enerjinin yön değiştirmesi veya dağıtılması mümkün olmasaydı kişilik gelişimi de olamazdı.
s. 90
Bastırma her ne kadar normal kişiliğin gelişmesi için gerekliyse ve hemen hemen herkes tarafından bir yere kadar kullanılıyorsa da bazı kişiler bastırmaya, tehlikelerle başa çıkabilmesini sağlayacak diğer yolları inkar etme derecesinde ihtiyaç duyar. Bunlara bastırılmış kişiler denir. Dünyayla olan ilişkileri sınırlıdır ve içlerine çekilmiş, gergin, katı ve korunmacı bir izlenim verirler. Dudakları kapalı ve hareketleri odunlaşmıştır. Enerjilerinin büyük bir bölümünü içlerindeki hislerini bastırmak için kullanırlar ve böylece artık çevreyle ve diğer insanlarla girecekleri haz verici ve üretken iletişimler için yeterli enerjileri kalmamıştır.
Bazen bastırma, bedenin bir bölümünün normal işleyişini de kesintiye uğratacaktır. Bastırılmış bir insan, cinsel gerilimden korktuğu için cinsel açıdan yetersiz veya soğuk olabilir veya histeri körlüğü veya histeri felci olarak adlandırılan durumlar da geliştirebilir.
s.91 - 92
Yön değiştirme bastırılmış kateksislerin, iyi veya kötü, tatmin bulmalarına izin verir. Ancak bu yön değiştirmenin kateksislerin orijinal kaynaklarını gizliyor olması şarttır; yoksa ego bir bahane bulacak ve bastırma mekanizmasını yeniden hayata geçirecektir. Bastırılan kateksisler deşarj olabilmek için her türlü kılığa girer. Babasına karşı olan hislerini bastıran bir çocuk, bir yetişkin olarak bunu kanunları çiğneyerek veya toplumun kurallarına karşı gelerek gösterecektir. Bastırılmış arzular çok sık olarak rüyalarda sembolik olarak ortaya çıkar. Örneğin, rüyayı gören kişinin zihninde ev ile anne ilişkilendirilmişse kendini bir evin kapısından girerken görmek, anneye karşı olan ensest benzeri bir isteği sembolize edebilir. Bir arzunun kendi kendini cezalandırmak üzere bastırılması kişinin kendisini, kazalara maruz kalarak, bir şeyleri kaybederek ve aptalca hatalar yaparak dolaylı yoldan cezalandırmasına sebep olur. Bastırılmış bir kateksis kendini, kişinin aslında içten bir şekilde istediği şeyi sözlerle yalanlaması şeklinde ifade eder. "Bunu istemiyorum" demek aslında "Bunu istiyorum" demektir. "Bu hiç aklıma gelmezdi" demek, bunun hep aklında olduğu anlamına gelir.
s.94
Doğal olarak kişi, yansıtma veya rasyonalizasyon durumlarının bilincinde olamaz; eğer olursa savunma mekanizmaları anksiyeteyi ortadan kaldırmayı başaramaz. Bu, egonun tüm savunmaları için geçerli olan bir durumdur; anksiyetenin azaltılmasında etkili olabilmek için bilinçdışı olarak çalışmalıdır.
...
Kişiler çok küçük yaşlardan itibaren davranışlarının sebeplerini, kendi güdülerini incelemek ve analiz etmek konusunda cesaretlendirilmedikleri için ve bunun tersine dışsal dünyada aramaları doğrultusunda yönlendirildikleri için yansıtma çok yaygın olarak rastlanan bir savunma mekanizmasıdır. Bunun da ötesinde, kişi, yanlış yaptıklarıyla ilgili olarak düşündürücü özürler ve bahaneler bulduğu müddetçe cezadan ve kendi kendini ayıplamaktan sakınabileceğini de öğrenmiştir. Aslında, gerçekleri çarpıttığı için mükafatlandırılmaktadır.
s.96
Karşıt tepki oluşturma sonucu gösterilen sevginin ayırt edici özelliği, abartılı olmasıdır. Reaktif bir sevginin sesi çok çıkar; aşırıya kaçar, gösterişlidir ve yapmacıktır. Sahtedir ve onun bu sahteliği, Hamlet'te kraliçeyi oynayan oyuncu gibi rol yapmayı abartmıştır yani gerçeğinden kolaylıkla ayırt edilir. Karşıt tepki oluşturmanın bir diğer özelliği ise onun sadece içten gelen, yenilmesi güç hislerle gösterilmesidir. Kendisini anksiyeteye karşı karşıt tepki oluşturma yoluyla korumaya çalışan kişi için hissettiklerinin tersini ifade etmekle bunun hiçbir farkı yoktur. Sevgisi, örneğin, esnek değildir. Gerçek hislerde olduğu gibi kendini değişen ortamlara ve durumlara adapte etmek yerine dışa vurumunda en ufak bir hata, bir eksik olsa karşıt duygu ortaya çıkacakmış gibi sürekli bir gösteriş halinde olmalıdır.
s.97
Karşıt tepki oluşturma, dışsal tehditlere olduğu kadar içsel tehditlere karşı da kullanılır. Birinden korkan bir kişi, korktuğu kişiye dostça davranmak üzere geriye çekilebilir. Benzer bir şekilde, toplumdan korkma, toplumun koyduğu kurallara sıkı sıkıya bağlılık şeklini alabilir. Herhangi bir kurala abartılı biçimde sıkı sıkıya uymanın yaygın olduğu her yerde bir karşıt tepki oluşturmanın olduğu ve kişinin aslında, bu uyum maskesinin altında isyana ve düşmanlığa doğru sürüklendiğinden emin olabilirsiniz.
Karşıt tepki oluşturmaya verebileceğimiz enteresan bir örnek, feminen olmakla eş tuttuğundan dolayı görünüşlerinde eşcinsel olmakla ilişkilendirilebilecek belirtiler olmasından korkan kişidir. Feminen yanlarını, özellikle sert ve maskulen olarak kapatmaya çalışırlar. Bunun sonucu olarak da bu tür kişiler, gerçek bir erkek olmak yerine maskulen birer karikatür haline gelirler. Kadınlar da feminen yanlarını, maskulen bir giyim kuşam ve hareketlerle gizlemeye çalışırlar.
s.101
Savunma mekanizmaları çocuksu egoya karşı görevini yerine getirdikten sonra neden varlığını sürdürür? Bunlar, ego gelişmeyi başaramadığı müddetçe orada kalır. Fakat egonun gelişmeyi başaramamasının sebeplerinden biri de savunma mekanizmalarında çok fazla miktarda enerjinin bağlanıp kalmış olmasıdır. Yani bir kısır döngü söz konusudur. Savunmalar, egonun yetersiz olmasından dolayı bırakılamaz ve ego da savunmalarına bağlı kalmak zorunda olduğu müddetçe yetersiz kalır ve bu böyle sürüp gider. Ego böyle bir kısır döngüden nasıl çıkabilir? Önemli faktörlerden birisi büyümektir. Ego, organizmadaki doğuştan gelen değişimlerin, özellikle de sinir siteminde olan değişimlerin bir sonucu olarak büyür. Büyümenin etkisi altında, ego da olgunlaşmaya zorlanır.
s.102
İdin içindeki yaşam ve ölüm içgüdüleri gerekli olan tüm psişik enerjiyi içerir. Psişik enerji, bedensel enerjinin dönüştürülmesiyle elde edilir. İçgüdülerin amacı, bedensel gerilimlerin deşarj edilmesi ve kişiyi zihinsel ve psikolojik bir rahatlama, durağanlık konumuna getirmektir. İçgüdüler bu amaca enerjiyi algılama, hatırlama ve düşünme gibi psikolojik görevler için kullanarak ulaşmaya çalışır Psikolojik görevler tamamlandıktan sonra, yani bir eylem planı yerine getirildikten sonra, kassal enerji motor eylem şeklinde dışarı atılır. Yani kişi bir şeyler yapar. Konuşur, yürür veya istenilen sonuca ulaşmak için ellerini kullanır. İstenilen sonuç, her zaman, gerilimin azaltılmasıdır. Bu da, gerilim yaratan rahatsız edici durumun devreden çıkarılmasıyla mümkün olur.
s.103
... herhangi bir eylem, kateksislerle anti kateksisler arasındaki bir uzlaşmayı temsil edebilir. Kateksislerin bir sonucu olarak kişi, gerilimi doğrudan deşarj edemeyebilir; komple bir tatmin ile komple bir tatminsizlik arasında orta bir yol bulmalıdır. Örneğin sevgi göstermek, bir cinsel ihtiyacın giderilmesi ile egonun direnmesi veya süperegonun böyle bir gidermeye karşı getirdiği yasak arasındaki bir uzlaşmadır. Benzer şekilde sözlü eleştiriler, fiziksel saldırganlık ile saldırganlığın bastırılması arasındaki bir uzlaşmadır.
s.104
Uzlaşılan nesne kateksisleri gerilimin tamamını olağan bir şekilde deşarj edemez. Örneğin romantik aşk, kişide artakalmış cinsel gerilimler bırakabilir. Tüm enerjisini deşarj etmesi önlenmiş bir içgüdünün hedefine ket vurulmuş olduğu söylenir. Hedefine ket vurulmuş içgüdüler, gerilimin tamamen deşarj edilmesini önlediği için güçlü nesne kateksisleri ve inatçı itici güçler yaratır. Bunun sonucunda da deşarj edilmeyen gerilimler, nesne kateksislerinin devamlı hale gelmesinde kullanılan, akış halinde bir enerji temin eder.
Bu durum, görünürde çelişkili bir sonuca varır. İlgi alanları, bağlılıklar ve tüm diğer edinilmiş güdüler, bir dereceye kadar önleyici olduğu kadar tatmin edici de olabilir. Ancak tamamen tatmin edilmediği için de hep oradadır. Örneğin, çok yoğun ve doymak bilmez bir ilgiyle klasik müzik dinleyen bir kişi tam anlamıyla haz edinemiyordur. Müzik dinlemek, daha temel bir nesne seçimi için tamamıyla tatmin edici bir yedek teşkil etmemektedir. Müziği dinleyen kişi müziğe doyamamaktadır çünkü aslında istediği bu değildir. Ancak bu, hiç yoktan iyidir.
s.105
Her bir uzlaşma, aynı zamanda bir feragattır. Kişi, çok istediği ama sahip olamadığı şeyden vazgeçer ve ikinci veya üçüncü tercih olarak görüp sahip olabileceği bir şeyi kabul eder. Çocuğun annesine ve annenin çocuğuna olan sonsuz sevgisi, aynı kulüp üyelerinin birbirlerine karşı duydukları iyi hisler, ülke sevgisi ve insanların oluşturdukları daha pek çok bağlılığın hepsi, hedefine ket vurulmuş içgüdüler tarafından motive edilir.
...
... sahiplenme ve hükmetme duygusu ile daha yaygın şekli olan çıkarı uğruna kullanma ve rakabet aslında çok yaygın bir insan özelliği olan saldırganlığın yön değiştirmiş halleridir. Daha düşük seviyedeki ifadeler daha fazla uzlaşmacılık sergilediği için ağır ve saf saldırganlığa oranla daha yaygın ve devamlıdır. Bunun sonucu olarak da bunlar, gerilimi büyük ölçüde azaltmakta başarısız olduğu ve böylece de huyun devamlılığını sağladığı için kalıcı hale gelir. Bir yumruklaşma (daha çok gerilimi deşarj ettiği için), iki iş adamı arasındaki rekabetten daha tatmin edicidir ancak yetişkinler çok az yumruklaşır ve daha fazla rekabet ederler. Genel bir kural olarak yedeklenmiş nesne seçimi gerilimin deşarj edilmesinde orijinal nesneden ne kadar farklı olursa kişi üzerindeki etkisinin sürekliliği de o derece güçlü olacaktır.
s.106
İçgüdüsel nesne seçimlerinin bastırma altında olması, enerjinin gizli şekillerde deşarj edilmesini sağlayan çeşitli yedekleme şekilleriyle ortaya çıkar. Bu gizlenme, bir nesne seçiminin bir diğeriyle yedeklenmesi vasıtasıyla yapılır. Gizlenmenin amacı egonun anksiyete durumuna girmesini önlemektir. Yedek, bir yandan gerilimin azaltılmasını sağlarken bir yandan da egoyu kandırmaya devam ettiği müddetçe yedek nesne seçimi daimi olacaktır. Örneğin, ölüm içgüdüsünü bastıran kişi, gazetelerdeki ölüm duyurularını okuyarak, cenazelere giderek ve ağıtları dinleyerek ölüm isteğini bir nebze de olsa tatmin edecektir. Hatta, bir cenaze levazımatçısı bile olabilecektir.
...
Tepkinin ortaya çıkışı, içgüdülerde, yansıtmada olduğu gibi bir nesneyi bir değeri için yedekleyerek değil bir diğer içgüdünün kendisini ifade etmesini önleyecek miktardaki bir enerjiyi, belli nesneyle ilişkili üçgüdü üzerinde harcayarak yapılır. Örneğin alçak gönüllülük, kişinin kendisini teşhir etme isteğini gizleyebilir.
Özet olarak yetişkinlerin tüm faaliyetleri, yaşam ve ölüm içgüdülerinin enerjileriyle motive edilir. Kişinin yaptığı her şey; ya yemek yemek, uyumak, boşaltım ve çiftleşme gibi bir içgüdünün direkt olarak ifade edilmesidir; ya bir içgüdüler kombinasyonu tarafından motive edilmiştir; ya itici ve direnen güçler arasındaki bir uzlaşmayı temsil eder; ya da egonun bir savunmasından ortaya çıkmıştır.
s.108
... ağız en azından beş ana fonksiyona sahiptir; (1) alma, (2) tutma, (3) ısırma, (4) dışarı tükürme ve (S) kapatma. Bu fonksiyonlardan her biri, belli kişilik özellikleri için esas alınan model veya prototiptir.
s.109
Ağıza koymak, çok istekli olmanın prototipidir; azim ve kararlılık için tutup yapışır, tahrip etmek için ısırır, reddetmek ve aşağılamak için tükürür ve istemediği ve negatif olduğu içinse ağzını kapatır. Bu huyların gelişerek ileride kişiliğinin birer parçası olup olmayacağı, prototipik ifadelerle ilgili olarak deneyimlenen engellenmelerin ve anksiyetenin miktarına bağlı olacaktır. Örneğin sık sık ağlayan bir bebek, travmatik ağlama deneyiminin tekrar etmesini durdurmak için tuttuğu şeyleri bırakmamaya doğru bir meyil geliştirecektir.
Çeşitli yön değiştirmeler ve yüceltmeler ile prototipik oral modlardan biri üzerine kurulu bir saplantı, ilgi alanlarının, davranışların ve huyların dahil olduğu büyük bir ağ haline gelebilir. Üstün bir uyum becerisi geliştirmiş kişi, şeyleri sadece ağızdan almakla kalmaz, duyu organlarıyla da alır; örneğin bakmak, dinlemek gibi. Birleşik davranışlar aşkın, bilginin, paranın, güç ve madde sahipliğinin birleşmesi gibi soyut ve sembolik şeyleri bir arada barındırabilir. Tamahkarlık ve açgözlülük, yaşamın ilk yıllarında yeterince yemek ve sevgi alamamak sonucunda gelişir. Açgözlü kişi doymak bilmez; çünkü ister para isterse ün olsun, yani ne edinirse edinsin, bunlar onun gerçekten istediği tek şeyin sadece yedekleridir: Sevgi dolu bir anneden beslenmek.
s.110
Isırarak yapılan oral saldırganlık, pek çok direkt, yönü değiştirilmiş ve gizli saldırganlığın prototipidir. Dişleriyle ısıran bir çocuk, bir yetişkin olarak sözlü ukalalık, küçük görme ve alay ile ısırabilir veya bir avukat, politikacı veya eleştirmen olabilir. Kişi saldırgan, zorba veya hükmedici bir tavır sergilediğinde, onun "dişlerini gösterdiğinden" söz ederiz. Kişi kendini suçlu hissettiğinde oral saldırganlık, kendi kendini cezalandırma şeklinde de ortaya çıkabilir.
s.111
Oral faaliyetlerin beş şeklinin dışa vurumu hayatın her alanında görülebilir. Bunlar kişiliğin iç ilişkilerinde ve bağlılıklarında; ekonomik, sosyal ve dini görüşlerinde; kültürel, estetik, yaratıcı, sportif tercihlerinde görülür.
s.114 - 115
Freud, her insanın doğuştan biseksüel olduğunu yani kendi cinsiyetinin olduğu kadar karşı cinsin de meyillerini taşımakta olduğunu düşünmüştür. Oepidus kompleksinin kaybolmasından sonra erkek çocuk, eğer feminen meyilleri daha güçlüyse annesiyle, maskulen meyilleri güçlüyse de babasıyla özdeşleşmeye meyilli olacaktır. Tipik olarak, ebeveynlerin her ikisiyle ilgili bir özdeşleşme olduğu kadar bir nesne kateksisi de vardır. Erkek çocuk babasıyla özdeşleşerek babasının annesine olan kateksisini paylaşır. Aynı zamanda babasıyla özdeşleşme, erkek çocuğun babasına karşı olan feminen kateksisinin yerini alır. Annesiyle özdeşleşerek babasına karşı duyduğu cinsel isteğin kısmen karşılanmasını sağlarken özdeşleşme erkek çocuğun annesine karşı olan kateksisinin yerini alır. Çocuğun ilerideki karakterinin kaderiyle bağlılık, husumet, maskulenlik ve feminenlik derecelerini bu özdeşleşmelerin göreceli gücü ve başarısı tayin edecektir. Bu özdeşleşmeler ayrıca süperegonun oluşumunu da başlatacaktır. Süperegonun Oedipus kompleksinin yerini almasından dolayı onun veliahtı olduğu söylenir.
s.122 - 123
Kişiliği sabit hale gelmiş bir yetişkinin karakteristik özelliği hayatında sürekli yeni sayfalar açılması değil belli sayfalarda çeşitli değişiklikler yapılmasıdır. (Freud buna tekrarlama bastırması adını vermiştir).
s.126
Çatışmaları çözmenin mümkün olan en iyi yollarından biri, karışım veya uyumlaştırmadır. Yani kişi, çatışan her iki gücün de tatmin edilebileceği tek bir faaliyet bulur. Örneğin büyük bir kuruluşta, maaş karşılığı, sorumluluk isteyen bir pozisyonda çalışan kişi, bağımlılığa karşı olan arzusunu nispeten güvenli olan daha küçük çapta bir kuruluşun maaşlı bir elemanı olarak, bağımsızlığa karşı olan arzusunu da bağımsız kararların alınmasını gerektiren bir işte kararlar ve sorumluluklar alarak dengeleyebilir. Böylece ne çok fazla bağımlı olmaktan dolayı bir anksiyete hissedecek ne de tamamıyla bağımsız ancak güvencesiz hissedecektir. Hayatın pek çok deneysel girişime sahne olan ilk yirmi yılında kişi, içindeki çatışmaları birbiriyle uyumlu hale getirmenin sayısız yolunu öğrenir. İstediği pastayı alıp yiyebileceğini ancak her ikisinin de sınırsız olmayacağını öğrenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder